AGLAMADAN OKUYABiLİR MİSİNİZ BİLMİYORUM 

 AMA
Soluksuz Okuycagınızdan Eminim...
ALLAH Resûlü(s.a.v) hasta yatağında soğuk terler
döküyor. 
Hazreti Aişe’nin gözü yaşlı, Hazreti Ebu
Bekr’in başı yerde, Kainatın Efendisi ebedi
yolculuğun eşiğinde son nefeslerini sayıyor. 
Medine
soluk almadan bekliyor.
Buruk yürekler, endişeli bakışlar ve köşelerde
sessiz sessiz akıtılan göz yaşları… 
Tek istenilen
şey, bir haber. Habibin sıhhat haberi. 
Fakat
Alemlerin Rabbi daha fazla uzatmayacaktır dünya
gurbetini Habibinin.

 Ahmedi’nin yüreğini daha
üzmeyecektir bu çöllerde.
İşte son an… son nefes… ve Habibin dudaklarından
dökülen son söz: “Er’rafiku-l a’la! Er’rafiku-l
a’la!” 

“ Yüce dost! Yüce dost!”
Kainatın Sevgilisi ulaşıyor dostuna
Ezan vaktidir. 

Resûlullah’ın yokluğundaki ilk
gecenin sabahı.

 Bilal elini kulağına götürmek için
hazırlanıyor.

 Mukaddes daveti duyuracak. Lakin
yüreği yanıyor. 

Yanık sesi, yanık yüreğiyle hepten
hüzne bürünmüş başlıyor ezan-ı Muhammedi. Ve
tam “Eşhedü enne Muhammederrasûlullah…”
derken bir hıçkırık kopuveriyor Bilal’in
ciğerlerinden. 

Bilal ağlıyor, sahabeler ağlıyor. 
Dalga
dalga hüznüyle yayılıyor gülbang-ı Ahmedî.
Peygamber müezzini ezanı güçlükle bitirebiliyor.
Medine… 

Peygamber şehri. 
Hiç böyle görmemişti bu
şehri Bilal. 

Her bir taşından göz yaşı damlıyordu
sanki. 

İşte bu sokaklardan yürümüştü Allah Resûlü.
Bu mescitte oturmuştu.

 Şu kütüktü yaslanıp da
hutbe okuduğu. 
Mübarek ayaklarının değdiği toprak
bu topraktı.

 O’nun gül kokusu sinmişti bu yerlere.
Medine O’nu bulduğu gün can bulmuştu.

 Ama şimdi
o yoktu bu şehirde. 

Her zerresine hasretini
nakşedip göçüp gitmişti işte. 

Bilal Medine’de
duramazdı artık. 

Baktığı her yönde O’nun
hatırasının canlandığı, yüreğine hicran ateşleri
yağdıran bu şehirde kalamazdı.

 Hasretini bağrına
basıp Şam’a gitti. 

Aradan seneler geçti. Medine
peygambersiz, ezanlar Bilalsiz seneler geçti. 

Halife
defalarca Bilal’i Medine’ye çağırdı. 

Tüm ısrarlara
rağmen peygamber müezzini kabul etmedi bu
davetleri.
Fakat bir gece Efendimiz (sav) rüyasına geldi
Hazret-i Bilal’in. 

Allah Resûlü (sav) nurlar içinde
ona bakıyor, sitemvâri bir tavırla: “Ne zamandır
beldemize uğramaz oldun Ya Bilal!” diyordu.

 Ertesi
sabah Bilal, emri alan asker gibi fırladı. 

Derhal
Medine yollarına koyuldu.

 Bilal’in ne sıcakta pişen
vücudu ne uzayan yollara bakan gözleri vardı.
Hissettiği tek şey kalbindeki tarifsiz sızıydı.
Özleten, ağlatan, yandıran bir sızı.
Günlerce süren yolculuğun ardından Bilal, sevgilisini
gömdüğü hicran şehrine ayaklarını basıyordu işte.


Ve o gün Medine bir zamanlar çok iyi tanıdığı bir
sesle açıyordu gözlerini sabaha. 

Sesi duyan daha
iyi işitebilmek için kapılara koşuyordu. 

Sokaklara
dökülen insanlar heyecan içinde birbirlerine tek bir
şeyi haber veriyordu.

 “Bilal gelmiş! Seneler sonra
Bilal Medine’ye dönmüş.” 

Kalpler sanki yerinden
çıkacaktı. 

Sokaklarda kadınlar, çocuklar… 
Medine
böyle bir şey görmemişti. Bütün şehir mescide
akıyordu. Onlar bu sesi hep peygamber
hayattayken duymuşlardı. 

Bu sesi işitip de
gittiklerinde mescide Allah Resûlü’nün o mübarek
yüzünü görmüşlerdi yıllarca. 

Peki ya şimdi? İşte bu
ses Bilal’in sesiydi. 

Yoksa Muhammed Mustafa
(sav) , kainatın biricik sevgilisi şimdi de mescitte
miydi? 

Birisi deseydi ki: “Evet, Peygamberimiz
(sav) mescitte, müminleri namaza bekliyor.”
Şüphesiz buna inanmayan kalmayacaktı. Bir anda
çağlayan hisler o koskoca hakikati
unutturuvermişti. 

Allah Resûlü artık aralarında
yoktu ve dönmesi de mümkün değildi.

 İşte o dem
herkes koyuverdi kendini. 

Genç, ihtiyar, kadın,
çocuk herkes herkes ağlıyordu.

 Her şey ortadaydı.
Bu ses bu semalarda Muhammed Aleyhisselamsızdı.
Bilal de yüreğinin yangınlarına su serpiyordu
gözyaşlarıyla. 

O da ağlıyordu.
Hıçkırıklara karışan bu ezan bütün Medine’yi
ağlatmıştı. Bu Hazret-i Bilal’in okuduğu son ezanı
oldu. 

Şam’a döndükten bir süre sonra o da
Hakk’ın rahmetine ulaştı.


DAHA FAZLASI İÇİN TIKLA

HAK YOLCUSU